30 Haziran, 2007

günlük tadlar

2 gündür 45 derece olan hava koşullarına rağmen ne kadar mesudum anlatamam. (buna da pek alışkın değilim ya: allah bozmasın, amin, falan..) eskilerden hikayeler dinlemek, doygun bir dinletiye kulak vermek gibi, silivride hiç olmayan yazlıklar edindirdim kendime. hayali arkadaşlar buldum, hepsi gerçek.
yargıları önünden iteleyiverince insan tüy gibi hafiliyormuş. yeniliklere yelken açınca, denizin derinliklerinde kendine ne çok pay çıkıyormuş. seni sevebiliyorsam onu da sevebiliyormuşum. sevmişim. ne güzelmiş.
anlamış.
zaman zaman "biz tatlı kullanmıyoruz" damarına basılsa da dans etmek istiyor insan latin ezgilerle denize karşı kapalı perdeler ardında. üstelik takunyaların yürüyşe el verişli ortamında bile bu özveri daha yoğunlaştırıyor hissi ve uyku tutmayınca hayvani içgüdüler fırlayıveriyor.
akıllanmıyorum belki de.
ama sevebildiğimi gördükçe coşuyorum.
sus pus oturmuş, "peki" diye bekleyen başkaları da varmış üstelik. bu hüznü paylaşabildikçe daha da bir keyifleniyorum. çaylar tavşan kanı olsun. benden.
sen yeni pantolonunu giy, biz şort mayolarımızı. peşimizde 50-50 dağıtan adamlar, elimizde kumlu midyeler, deniz kenarına gidelim, kaleler dikelim.
zıp zıp bozalım, yeniden yapalım.
dedim ya, onu seviyorsam seni de sevebilirim diye.
sevdim de.


cheers.

24 Haziran, 2007

damn/ation

you are not the person i thought you were vs. i need you, come, gimme a big hug

23 Haziran, 2007

black satur-mornin'

anlık üzüntülerin kraliçesi olduğumdan mıdır bilemiyorum ama biraz önce evde tek başıma kalmış olmanın verdiği sonsuz özgürlük hissi ile minnoşumu göndermiş olmanın getirdiği karşı konulması imkansız hüznün arasında aldığım ölümcül darbelere karşı koymaya gücüm yok. beni örnek almasının yeterli olmadığını biliyorum. hatta benden iyi olabilmesi için onu teşvik ettiğim bir çok konu var ve başarılı olması ya da olmaması benim onunla duyduğum gururu asla etkileyemiyor. öyle ki, yalnızca varlığı bile benim kendisiyle gurur duymama yeter de artar bile. büyüyebilmesi için, kendi ayakları üzerinde durabilmeyi öğrenmesi gerekiyor. o kadar çatışıyorum ki kendimle. henüz 16 yaşında küçük bir kadın olmasını umursamayarak kendisine akıl danıştığımı unutup, iyi yolculuklar dileyerek kendisine sımsıkı sarıldığımda o, benim için yeniden daha dün annemizin söyleyerek yemek yemesi için yalvararak peşinden koşturduğum, dünkü boklu velet oluveriyor. o zamanlar da ayrılamazdım ki kendisinden. ben onun küçük annesiyim. hayatı boyunca yattığı kat kat şiltelerin altında tek bir bezelye tanesi olmaması için canımı verebilirim.

i need to go back to the future

artık beni hiç şaşırtmayan culture jammer halim giderek melankolik bir hale bürünerek içim duvarlarını bir sarmaşık gibi kaplamaya koyulmuş. bir yandan "seni seviyorsam bundan sana ne" diye sus pus oturup, bugüne kadar kendi istediğini kendi istediği için yapmış olmanın huzurunu yine kendi kendine kaçırıyor. öte yandan da "bu ne dünya kardeşim" diye isyanlarda. fiziksellikten uzaklaşabilmek için, içimdeki ışık geçirmeyen odalardan birine kapatıyorum kendimi. bunu tekrarlayış katsayım ve oda sayısı malesef ters orantılı olduğundan, bu kapandığım odanın karanlığında bile bir tanıdıklık var. özümsenilmiş olan bir adet taç, yarım kalmış 2 telefon ve içi verilememiş kararlarla dolu hasırdan bir sepet.
beni duygu sellerine maruz bıraktığı için kutulayıp kaldırdığım birtakım eşyalar artık anlamlarını yitirmişler, ne hoş. ancak o günlerden kalan ve hergün yüzleşmek zorunda olduğum bir parça var ki, genellikle beni rahatsız etmese bile bazı karşılaşmalarımız hiç de hoş olmuyor. ona bakıp aradan geçen bunca zamana rağmen sadece gerilemiş olduğunu görmek bendeki bu duygusuz dişiyi harekete geçirmiş olsa da, ben de çok ileri gitmiş sayılmam aslında. yıpranmışlıkların ardından yeniden birine güvenmeye başladığında ve o güvendiğin "birey" "hop hop kırmızı top"sa, o zaman insan geçmişi sorguluyor.

kendimi karşıma almaktan nefret ediyorum. mutlaka kazanıyor..

21 Haziran, 2007

untitled

its been about fifteen minutes since i woke up and my heart has been broken twice, already. but why should i care, i'm a big girl and i will live life however it comes. i'll be strong. as Chandler says: i am a strong, confident woman..

dog fight

olaylı yer; mojo!
her gidişimde, önümden geçen tanıdıklar, sevmediğim ama yine de gelip hal hatır soran gereksiz kişilikler, yüz bin milyon yıl önce tandığım ve artık hakkında hiçbirşey bilmediğim halde daha dün annemizin şarkısı söyleyerek yanıma koşup muhabbet etmeye çalışan insanlar, aradan geçen zamanı farkedemeyip eskileri soranlar, ya da yenileri deşmeye çalışanlar.. hepsi bir bütün burada, ve her defasında bir kavga çıkıyor. ne ben çıkarıoyrum ne de benim yanımdakiler, ama mutlaka bir dog fight yer alıyor saatler 4ü gösterip de "arkadaşlar kapattık" müzikleri çalmaya başladığında. ancak ilginçtir ki bu gece bana her kim sorarsa sorsun "the question"ı ben umursamadım, hatta cevaplar yada cevaba giden soru işaretleri aklıma bile gelmedi. bu, geçmişin nasıl zamanla yok olduğunu daha yeni görmüş olmamdan mı kaynaklanıyor yoksa gerçekten de umrumda olmayışından mı bilemiyorum. kısa bir zaman önce çok sarhoş olup haneye tecavüz etmişliğim bile var. oysa bu gece gelen hesap bana koymuş olsa da alınan alkol vız geldi tırıs gitti. yeni bir haneye tecavüz, yahut sonradan pişman olunacak bir mesaj atmama izin vermeden, ben avazım çıktığı kadar bağrınmaya başlamıştım. bağırdıklarım içimde tuttuklarımdı. bu gece konuşulan saçmalıklar, alışılmışlıklar ve fakat farklı giden zaman akışıydı. şaşrıyor insan. olan bitene ve kendi duygularına. zaman gerçekten korkutucu bir güç hayatımızda. kıymetini bilmek gerek.

sevmiyorum bugün baktığım hiçbir fotoğrafta, ne seni, ne onu. uyandığımda ne olur bilemem. ama artık oyunlardan sıkıldım.

20 Haziran, 2007

save it till the morning after

i said i need a moment and i've had quite a few moments for the past few days.
i've read,
i've had therapeutic baths,
i've drank some good wine,
i've played along.
but then i went to shopping and i bought a dress and i felt good in it.
so last night i wore it to a party.
B.B. doesn't remember the 1st place award he presented me in that painting contest i entered when i was 9. the worse part is, i can't think of anything any better that i've done since i was 9. but i believe i still have the talent. if i didn't i wouldn't be me today. and whatever happens, i love me!
cheers!

17 Haziran, 2007

ode to joy

my dear rabbit!
babalar günüyle senin doğum gününün aynı güne denk gelmesi babana çok koydu. annense için için kan ağlıyor. küçük emre ise olan bitenin pek farkında değil gibi gözükse de ablasını çok özlüyor. ona 6 yaşındayken aldığımız süperman kostümü hala çekmecesinde duruyor artık kendisine olmadığı halde. ben de bugün mezuniyet foroğtaflarımıza baktım. ne kadar da güzelsin. o en çiğ sarı bile sana yakışıyormuş. zaman zaman ağlayacakmış gibi oldum mezarının başında ama elin hep elimin üstündeydi. hissettim varlığını. gerçi bu çok daha kötü ya, neyse. toprağına bangır bangır "more than words" dinlettim, senden kalan tüm hücrelere iyice işlesin diye, sen duy beni diye. kimi zaman seni çok özlüyorum ve dayanılmaz olabiliyor herşey, ama itiraf etmeliyim ki kimi zaman hiç aklıma bile gelmiyorsun. kendimi kötü hissetmiyorum seni tekrar anımsadığımda. aklımdan bana birazcık olsun huzur vermebilmek için çıktığının farkındayım. ama yine de gözlerim dolu dolu oluveriyor işte. o kadar bayağı ki seni sevdiğimi söylemek mezarın başında. birgün öleceğimi ben de biliyorum ama senin bu konudaki cesaretine gerçekten hayranım. her neredeysen, yanına geldiğimde, burda eksik kalmış olanları beraber dolduracağımızı bir şekilde biliyorum. bu da bana fazlasıyla huzur veriyor. ve artık sen aklıma geldiğinde gülümseyebiliyorum. aynı senin içtenliğinle, aynı seninki gibi kocaman, aynı seninki gibi gürültülü. içimdeki sen de, benimle beraber büyüyor. beraber..

mualla

daha sonra üzülmemem için şimdiden üzüp alıştırıyorlarmış beni. how fucked up is that?
i do nothing, you do everything, and then its all my fault. oh ne ala mualla..

16 Haziran, 2007

let there be light

will
there
be
bright
sunshine
after
the
dark
winding
path
we're
walking?..

maskara

Aklımı aldın yollarda yalnız bıraktın
Aradın buldun kanıma girdin sen benim
Sözlerin çöpmüş anlatılanlar çamurmuş
Gözüm karardı savaşa hazırım ben artık
Şimdi nerdesin
Vura vura yaptın maskara
Hadi ban saldır son defa

kutb-u kuzey

İçimdeki bu büyük boşluk
Kuzey kutbu kadar soğuk
Gelme yanarsın tenin inceciktir senin
Bu büyük boşluk çok çok soğuk
Kuzeyde bir yerde dolanır dururum
Hayaller içinde
Bu beyaz boşluk sahibim oldu
Kardanadamlar dostlarım oldu
Tüm bildiklerim buz olup dondu
Soğuk nefesimle hep arar oldum
Kuzeyde bir yerde dolanır dururum
Hayaller içinde

d.o.f.

the abyss of my subconscious freaks me out. how can one solve a math problem during a soundly sleep and wake up with the correct solution in the morning?

tra la la

sordular,
"seems the road less traveled
shows happiness unraveled
and you got to take a little dirt
to keep what you love"
dedim. mehter takımı gibi 2 ileri 1 geri saymaya başladık.
pişman olduk.

sonra kendim çizdim yolumu. kimseye danışmadan, kimseye karışmadan.
içimi dışıma vurdum, oynadım oyunumu.
NOW
they get mad at me when i say "i don't know" but it's true.
so don't ask me, i know nothing
when i go to sleep
i just want to sleep
and not think of you
or not think of that
i just want to forget that there's no hope
for the time being

and don't wait for me
coz i feel nothing
when i .. la la la la

i'm covered in the sticky, yellow substance called emotion.
is it me or is it just hormones?

hush

nedense şu an içimden geçenleri yazma cesaretini kendimde bulamayıverdim. yakın gelecek için planlar yapıyorum havuzlu, mangallı. bir yandan da yapmıyor olmayı dilediğim ama yapmak zorunda olduğum bir geçmiş eşeleme işi var başımda. kabusum olup duruyor. ve ben kusamıyorum. uygulayamadığım zalim fikirlerim var ama bugün yine hiç birşey olmamış gibi baktım aynaya. mırıldandığım ancak nerden bildiğimi anımsayamadığım bir şarkı var. çıkmıyor bir türlü. bense durum tasvirinde çok başarılıyım ancak duygusuzluktan iliklerim kuruyor. iliklerim kuruyor da tüm o yapışkan sarı sıvı yüzüme gözüme bulaşmış halde. temizleyin beni!

15 Haziran, 2007

whatever!

it's hard to say it, i hate to say it, but it's probably true

**

mojo denen rezil yerin hayatım üzerindeki etkisinin "0" olduğunu farkettim bu gece. kağıt üzerinde getirdikleri ve götürdükleri aynı gibi gözükse de fiziksel ve duygusal ağırlığı asla eşit olamaz. gözümün önünde eski anılar canlanırken, yeni gelenin eskiyle çatışması beni rahatsız etmiyor. geçmişi; canımı acıtmasına izin vermeden anımsayabiliyorum artık. yanımdakilerse ses ve dokunulabilir kaos olarak barınıyorlar bu anlarda. yine de canım içmek istemiyor. kendi kendimle çatışmaktan ve sonunda bu anlamsız çatışmadan galip çıkmaktan keyif alıyorum. onca birey arasında kendimi yalnız değil, içimdeki hanedanın kraliçesi olarak görüyorum. büyüyorum.. ve bir perşembe günü saat 03.18 de orada sonlandırabilirim herşeyi. blues iyi gidiyor.

sonra çıkıp ıvırı zıvırı toparlama işlemleri sırasında yeni girdiğim ama bir şekilde yabancı olmadığım o yerde karşıma bir sırt çıkıveriyor. aslında hiçbir anlamı yok ama hanedanlık çalkalanıyor. oysa ki rüyada sırt görmek acele karar vermemeniz için uyarıdır, ayrıca sizden habersiz gelişen olayların dışında bırakıldığınız anlamına gelir, derler. ama bu sırt rüyada değil, gerçekte ve çok başka çağrışımlar yapmakta. biraz önce büyümüş olan ben, kraliçeyi tahttan indirme noktasına geliyorum, dolan gözlerimi etrafımdakilerden gizlemeye çalışırken. nereden çıktı şimdi bu sırt, ve bilinçaltımın derinlikleri bu işe neden karıştı? o saç kesimi neden öyle ve dünya üzerinde başka şapka, başka küpe mi kalmadı? peki o beyaz t-shirt üstüne o gömlek? ya altındaki adidas eşofman? tanrım bu kadar çabuk sarsmak zorunda mısın benliğimi? ve bir anda kalp atışlarımın artışını, kanımdaki hızlanmayı, beynime gidemeyen oksijenin baloncuklarını tüm vücudumdaki o tiz tireklikle beraber hissediverdim.

15 dakika bile olmamıştı. when i was young, much younger than today, tuesday's gone and i just don't want to be alone right now.

sırt, yüz olunca bütün bu gereksiz gerginlik bir anda yok oluveriyor ve ben yine hanedanlığımın başına çörekleniveriyorum böbürlene böbürlene. ama çok uzun sürmeyecek olma ihtimaini artık hiçbir hücremden çıkartamıyorum.

tonight i've thought through all the good, all the bad and all greys in between and it all is just very very simple. it's all the thrill of the chase. plus, old wounds can be sneaky and even though we learn from our mistakes we may repeat them. in the end it's ok because there is a lot of things in life that makes no sense but we do them anyway.


consciousness report

start time: 13:30
alcohol consumption: zero
self entertainment: witty smiles made into giant laughters
end time: 04.30

--

self-criticism:
- i love bacon
- friends are always good for you
- people sometimes can crash just as computers
- i don't have to listen to anybody but me
- good music will never hurt (even in a dumpster)


13 Haziran, 2007

on the contrary

i cannot just not think about it and its all very intimidating.
finders keepers, losers weepers.
i have no idea which one refers to me and i don't know which one i want.

get soaked in white
but hallucinating is not the solution i'm looking for.
plus i never ever got soaked, i don't even know how to do it.
maybe i'm just ..



bullshit!

mummzy

kaçsam ya şöyle birkaç gün bir yerlere,
kafamı dinlesem biraz, hafif bir kitap okusam,
düşünmesem azıcık.
coz this emotional cha cha is exhausting!

ne zamandır görmüyordum,
annemle konuştum biraz. -iyi geldi.
pişman olsam da sözünü dinlemediğimde,
pişman olma riskini göze alıp dinlemeyesim var yine.
günümüzde kalbi kazanmak kadar harcamak da kolay olunca,
ibreyi alçaltmak iyi olabilir mi acaba diye düşünüyorum.

al, bak yine düşünüyorum.
is-te-mi-yo-rum-!

kedi mi alsam acaba?

artık

eskisinden farklı olacağına söz vermiştim
gözüm kapalı omuzladığım dağları yok sayıp
o ise "artık" bir önemi yok demişti
dağ dağa küsmüş dağın haberi yok
ben hala altta
çatırdamasın diye var gücüyle kabuğunu
doldurmaya çabalayan

içimdeki çocuğu balonla,
pembe pamuk şekerle kandırdım-
dışımdaki kadın
aç,
açıkta kaldı.



*


şimdilerde ise nihavent çığlıklar sokağında
köşeyi döner dönmez sokak lambasının altındaki karanlıkta
zaten sorarsanız gösterirler, herkes bilir beni buralarda..



*


takipler ve isteksizlikler ikileminden sağ sağlim kurtulursak eğer
sana, gökten düşen "üç" elmadan birini vereceğime söz veryorum

dı dımm dım dımm

sex & the city is therapeutic
but i still need some fine wine and jazz
and i need to get rid of my dreams
for a while

renklerin içinde

elimde bir kamera,
geziniyorum.

parklar, bahçeler, denizler, dereler, boş sokaklar, kalabalık alışveriş merkezleri, otoparklar, barlar..
sonra çektiğim filmleri özenle yıkayıp, parmak izi olmasınlar diye üzerlerine titreyerek her birinin, teker teker asıyorum kurumaları için.
negatifler, dialar, orta formatlar, siyah-beyaz filmler, renkli filmler, 200 asa, 400 asa, hepsi cins cins..
bir de basıyorum onları teker teker.
color correction dayıyorum, satürasyonlarını tavan yapıyorum,
ama,


içimin renkleri solmuş.

a tribute to granny

bugün jürim kötü geçti.
projelerden biri bana, onu özletti.
i wish i had taken more pictures with her-
i wish she came to my dreams more often-
i wish-
Gözde'nin annanesiyle geçirdiği her günü fotoğrafladığı projesi ve o "son gün"ü fotoğraflayamaması..
belki benim de cesaretim yoktu,
belki de çok küçüktüm,
ve belki yeterince bilinçli değildim..

gözlerindeki "beni böyle görmeni istemiyorum" bakışı,
yardıma muhtaçlığı,
elimi son tutuşu,
o titrek dokunuş ve doktorun ifadesi.
hepsi o kadar hızlı olmuştu ki-

all of a sudden,
a rush of blood to the head-
i wish,
i had never pushed her that time at the wedding,
i wish,
i had the chance to apologize to her,

-

just hope that she knows about the boundless love i have for her.
rest in peace.