13 Eylül, 2007

eda&nağme

çocukken en sinir olduğum şey büyüklerin beni herşeye fasulyeden dahil etmeleriydi. mekanı cennet olsun, annanemin -şimdi burnumda tüten- kıymalı fasulyesini yememek için kırk1000 takla atardım ama o bana fasulyenin faydalarını saymaktan -dilinde biten tüyleri umursamayarak- asla vazgeçmezdi. vücudun çalışmasını, gelişmesini ve tamirini sağlar, pankreas bezesini, böbrekleri, karaciğeri ve kalbi kuvvetlendirir, albümin ve şekere çok faydalıdır, ..
aradan yıllar geçti, büyüdüm, serpildim, serpil çakmaklı denen türden uzaklarda yetiştim, hal hatrı geçtim çeşit çeşit fasulye sever oldum. bir gün bir oturuşta afiyetle bir kase edamame bitiriverdim ve o günden sonra başıma gelenlerden kendimi asla sorumlu tutmuyorum.
çekirdek/"çiğdem", ne derseniz deyin, çıt-çıt güzel gider muhabbetle. bu edamame/soya fasulyesi o misal bir zehir. insanın kanına girip, muhabbeti dolambaçlı yollara sokup, farkettirmeden ağına düşürtüyor.
velhasıl kelam, ben böyle zehirli bir anımda bir anne-babayla tanışmayı uygun buluvermişim kendime, hiç hatırlamıyorum.
dedim ya büyüdüm, serpildim diye. bir de eğri oturdum, doğru düşündüm. insan insanı yemez ya-(ğda kızartıp cozutturur)-
soyadan emdiğim tüm tuzu içine tükürdüğüm aşk meretiyle çarpılıp bölününce insanoğlunun etoburluğu karşısında tir(e) tir(e) titrer halde buluverdim kendimi. sanki hık daha çok bir hıçkırık edası olarak pek burundan dışarı nesne çıkarmaya elverişli olmasa da, hık dediğinde burnundan düşümlüş bir baba ve yanına bu kadar yaraşır, güleç, sevimli bir anne nasıl olur da benim kirli kanımı kalbimden pompalayıp temiz kanı kalbimde depolayıp, gözlerimi doldurup, dudaklarımı ısırtırlar?
bir başkasının malını kendinden çok seversen bunu onlara nasıl açıklarsın? yeterince iyi ifade etsen de karşı taraf seni, senin istediğin gibi anlayabilir mi? kıskanır mı kendi evladını senden yoksa al güle güle tep diye kurtulduklarına sevinirek meydanı sana bırakırlar mı?
anne ve baba gibi, karmaşıklığını ört-bas edip bu kadar sade durabilen bir-iki terim daha yokken ben bu "nar"ın beni kendi içine alıp, sevip, sayıp, sarmalayıp, kabullenmesini neden ölüm-kalı(p)m meselesi yapıyorum? ve nasıl oluyor da akan sular Nuh olmadan da durabiliyor?


hmm.. şeeyyy..
kalp konseyinden herhangi biri bana bu mantıksızlıklar anayasasından bahsedebilir mi lütfen?

ve ben karanlıktan korkmama rağmen sol köşedeki l(k)oş-kırmızı odayı bırakmış, tavan arasına çıkmış, çıkmazlarda dön(me)dolap oynamalardayım. çay saati gelse de bebeklerimle konuşsamlardayım.

azıcık ucundan
deli(mi)yim..

07 Eylül, 2007

w&b

öz benliğim ve kişiliğimi ele alırsak üzerinde durmam gereken onlarca sorun(m)luluk dururken ben herşeyi unutup, zamanı durdurup, anlamsızca serilmek istiyorum. yıldızların altına, çimlerin üzerine. sen de hep yanımda ol istiyorum. birşeyler söylemek zorunda değilsin. müzik olmasa da olur. kalbinin "tik-tak"larında uzaklaşmak istiyorum hayatımdan.
kalbimden geçerek sarfettiğim bir dolu "şey" bazen o kadar anlamsız ve boş ki.. ekmek ve su gibi gündelik lakırdılar en derinlerimi kor ederken en beklenmedik anlamlılıklar umur damarlarıma uğrayamadan terkediyor vücudumu. hiçbir beklenti emzirmeden sarıp sarmalamak ve rüyalarınla boğabilmek istiyorum seni. senin karşılık verme çaban çok derin bir hüzünle sevindiriyor beni.
aslında tek ihtiyacım olan ıslak öpücüklerin.

ve yine kuruttun
ve yine ürperttin
ve hep..

05 Eylül, 2007

balık

bu çok zor.
içimde gürül gürül çağlayan küme küme duygu var. nerden başlasam kime nasıl anlatsam ikilemleriyle kendimi çeliştirip duruyorum bütün gün bitki çayımı yudumlarken bilgisayar karşısında. hastamızı taburcu ederken yanımıza almayı unutmamamız gereken ilk şey kendisi. nezaketen kapı önünde beklemesi kendisine ekstra birkaç puan kazandırmışken "peder" beyin kendisine göz koymuşluğunu kıskanmamak elimde değil. mehter marşı ritmiyle işleyen beynimin gizli odacıklarından çıkagelen eski bir melodi mırıldandığımı farkediyorum ve gülümsüyorum. her zaman kötünün kötüsüyle ilgili komplo teorileri üretmekten başka işe yaramayan sol lobumu örümcek ağları kaplamış. bir de kocaman tabela duruyor önünde, fabrika kapalı yazmışım. yere boyalar akmış. olsun.
ayaklı gazetede yazmak istediğim bunca datayı nereme sokup arşivlesem diye oturmuş kara karar düşünürken, o dünyamı toz pembe boyama devam ederek işimi daha da zorlaştırıyor. bu kalbin altından nasıl kalkılır? bir bilen var mıdır? gazeteye ilan versem beni bulur musunuz acaba? heeey, sesimi duyan var mıııı?

..-

sanırım kimsecikler beni umursamıyor şu sıralar kendisinden başka. aslında benim istediğim de sadece bu. peki istediğimi elde ettiğim halde, neden göz pınarlarım küresel ısınmaya maruz kurudu kaldı? insan böylesini bulunca kaybetmekten korkmaz mı? ben korkuyorum!

02 Eylül, 2007

içimdeki karınca

pazarın erkeninde, sağım solum sobe saklanmayan in ve cin derken farketti ki bu ben, istanbul'u yalnızca boşken seviyormuşum. onunla bir yolculuk çekti canım. afrika kadar açım. bu sırada odasının hala ben koktuğunu söyledi. ne kadar tanıdık kokulu evler. kokuysa sadece algımın x'ini bilincimin y'siyle çarpıştırdığımda ortaya çıkan sonuçtan ibaret birtakım moleküller silsilesi. güzellik de göreceli hem. (e kapalı) bense sigarayı bıraktım. ihtiyacım olan zamanı perakende fiyatına borçlanarak yalvar yakar aldım, on fırın ekmeğe sürdüm sürdüm yedim. on-onbeş kilo kadar anı verdim. bol su içtim. onsekizi ondokuz geçe saate bakmayı bıraktım. sen de beni bırak artık. uykum var.