06 Ağustos, 2007

kahve6

uzun zamandır kapısından uğranmamış, önünden geçerken bir selam bile verilmemiş bir yere giderken "acaba"larla dolu karın ağrıları çektiğim taksi yolculuğumda, gelip geçer insanları ve harcadığım emekleri düşündüm. kapısından girdiğimde kendimi onca "tik-tak"a rağmen hala evimde hissedebildiğim, kahvemi nasıl içtiğimi hatırlayan güler yüzlü insanların bunca zamandır nerelerde olduğumu tüm iyi niyetleriyle merak edip, tatilin bana yaramış olduğunu içtenlikle sarfedip, her zamanki yerime geçmek isteyip istemediğimi sormaları karın ağrımın gereksizliğini pekiştirirken daha derinlerde başla kalıntılar buldurdu bana.
bir dönem birlikte nefes alıp verdiğimiz insanlarla aramıza giren zamanlar ve mekanlar, geri dönüşü olmayan boşluklara sürükleyip, bizi hepten dımdızlak terk etmek zorunda mıdır?
bu zamanlar ve mekanların bittiği yerde, hiçbir kas hareketi kullanmaksızın kalındığı yerden nefesler birleşebilir mi? yoksa bu da hayatın azizliğine uğramış olmanın başka bir boyutundan başka birşey değil mi?
baş ve serçe parmaklarım arasında gidip gelen bir sayıdan ibaret insanlar var hayatımda. çeşit çeşit girip çıkan ama hepten terk etmeyen. aramıza akın akın insan, kumlu kumlu "tik-tak" ve hektar hektar mekan girmiş
ama
biz yine biz kalmışız.
ben böyle sorularla kalıntıların miladını çözmeye koyulmuşken sadece sayfalarda ilerleyebiliyorum. ve oturduğum sandalyede, ayağımın dibine kıvrılmış köpekle, yudum yudum huzurla içerken kahvemi, hayata bir köşesinden tutunduğumu hissediyorum yüzük parmağım olan kadınla göz ucundan selamlaştığımda.
bana dönüp diyor ki: acaba sarah j. parker da kendisini hala carrie bradshaw etkisinde hissedip köşe yazılarına devam ediyor mudur?
kıkırdaşıyoruz..
sonra başa dönüyorum.
tanışmamıza, öncesine, sonrasına ve bugüne.
ve onu seviyorum.
iki kişilik dev hanedanlığımızın "petit" ecesi o.

Hiç yorum yok: